Beğiş Hatırası

      

 

       Geçtiğimiz kış aylarında kendimi dağlarda, tepelerde, doğanın ve sessizliğin içinde olduğum bir hâlin içerisinde görüp hayal etmeye başladım ve heyecanım her geçen gün  artarak düşüncelerimi şekillendirdi. Kısa süreli arayışlarımın ardından Antalya’nın Korkuteli ilçesine bağlı bir dağ köyünün yaylasında, tüm güzelliği ile hazır ve nazır bir dağ evi buldum. Esasında arayışlarımdan bağımsız bir şekilde, o bana geldi. Mayısın son günleri tası tarağı toparlayıp yola koyulduk. Halit’in de yardımıyla üç aylık yolculuğumun başlangıcını verdim.

    

  

   Beğiş yaylasını ve kalacağım evi ilk gördüğümde hem çok heyecanlanmış hem de çokça kaygı edinmiştim aynı anda. Nisan sonu idi sanırım, keşif için gitmiştim. Evin esas sahibi Engin Abi işlerinden vakit ayırıp götürdü beni sağ olsun. Görece merkez sayılabilecek Tatköy’ün içinden geçip, 20-25 dakika uzun ince bir dağ yolunun ardından, Bey Dağları’nın himayesi altındaki Beğiş Susuzu’na vardık.Doğanın ve sakinliğin heyecanını yaşarken, yirmi haneli köyde yaşayacak üç kişiden biri olma düşüncesi, tedirginliği ve kaygıları beraberinde getirdi hemen.

        

   

    Heyecan ve kaygı arasında gidip gelen bir ay sonrası bütün alet edevatımla dağın ortasında bir evdeydim, bütün kış hayalini kurduğum. Enstruman ve eşyalara hiç dokunmadan ufak bir yemek yiyip Engin abinin güzel şaraplarından bir tanesiyle bütün gece dağı izledim, dinledim. Yıldızları hiç böyle görmemiştim. Sessizliği de hiç duymamıştım bu kadar. Hangisi beni daha çok şarhoş etti bilmiyorum ama erkenden uyudum. Tabiatla ilk sohbetimiz sabahın 5’inde oldu. Büyük bir karmaşa ve ses ile karanlığa açtım gözlerimi, kuşlar güne başlıyormuş. Yarı uyku sersemi yarı şaşkın yataktan dinledim olan biteni. Büyükler küçükleri uyandırdı; güne hazırlanıyorlardı belli ki. Hepsi uçup gitti sonrasında. Doğa uyanıyordu.

      Öğlen vakti ufak ufak kurulmaya başladım. Kaygısız telaşsız, zamanı düşünmeden saatlerce davulumu ve diğer ekipmanları kurdum. Hem çaldım hem kurdum. Akşam üzerine doğru şöyle davulun başına geçip biraz çaldığımda, uzun süredir kendi içimde hissetmediğim bir haldeydim. Elim kolum enstrumanla bir olmuş, hiç olmadığı kadar ‘groove’ etmiştim kendi içimde. Gelecek keyifli günlerin habercisi gibiydi; heyecanımı katladı. Gitarları akortlarken bazı doğuşkanları duyduğumu fark ettim. Gitarımdan daha önce böyle sesler ve rezonanslar çıkmadığına eminim. Gitarın kasasını çevirip çevirip baktığımı çok iyi hatırlıyorum. Sessizlik, hediyeleri ile geliyordu.

         Ufak heyecanların ardından ilk haftam keyifli ve sakin geçse de, korku ve kaygı vardı içimde. Geceleri kapımı kapatıyordum. Domuz mu gelir, hırsız mı girer diye bir sürü çekincem vardı. Bir hafta sonra köyün eski muhtarı geldi; Ramazan abi. Biraz sohbetten sonra rahatlattı beni, çekinecek bir şey olmadığını anlattı. Artık kapım bacam açıktı, tam olarak ortama ayak uydurmaya başlıyordum. Bir-iki akşam tedirginlik yaşadım. Sonrasında artık ev, duvar, kapı, baca gibi kavramlar kalmamıştı. Kapı kapalı olunca rahatsız oluyordum hatta; duyamıyordum rüzgarı, kuşları. Enteresandır ki dağdaki iki aydan sonra bir kaç konser için kısa süreli İstanbul’daki evime geldiğimde, gece tedirginlikten uyuyamadım. Kendi tedirginliğim bir yana, sokaktaki hayvanların tedirgin seslerini de hissedip anlıyordum bir şekilde. Fark ettim ki güvenlikli, polisli koskoca sitenin ortasında korkak ve tedirgin bir halde, camım kapım kapalı bir şekilde uyumaya çalışıyordum. Dağda tek başıma güvendeydim halbuki.

          Hayvanlarla olan iletişimim gün be gün güçlense de yakın dostlarım bilir ki çeşitli böcek, haşerat, uçan kanatlı hayvanlardan fazlaca korkarım. Kapı baca açık yatmaya alışmıştım ama kendimce sinekliklerle çevrili evin içerisinde bu havyanlardan korunduğumu düşünüyordum. Önce kertenkeleleri gördüm sineklerin peşinde. Sonrasında adını bile bilmediğim çeşit çeşit hayvan. Raid ve tedirginlikle geçen uykusuz bir kaç gün. Ne var ki beraber bir habitatı paylaştığımızı, onların da kendi gündelik hayatlarını yaşadıklarını fark ettiğimde rahatladım. Onlar da peşlerini bıraktığım için rahatlamışlardır eminim. Uyumlanıyordum. Kediyi nasıl seviyorsam, onları da seviyorum artık.

           Çatımda bir sincap ailesi yaşıyordu. Sabahları gezintiye çıkıyorlardı yavrularıyla. Onları izlemek en büyük keyiflerimden biriydi. Başlarda korkup çekindiğim bir de köpeğim vardı. Isırır mı kovalar mı derken onunla da iletişimimiz güçlendi. Aslında her akşam gelip bir sorunum var mı, yerimde miyim diye beni kontrol ettiğini anlamam çok sürmedi. Oldukça yemeğimi paylaştım, o da sevgisini eksik etmedi sağ olsun. Engin abi geçen gün fotoğraf atmış, İstanbul’a döndüğümden beri evin etrafından ayrılmıyormuş.

           Çoğunlukla yalnızdım köyde. Bir dönem iki haftalığına çobanlar geldi yayladan; 4-5 çoban. Çoğu keçi çobanı, bir tanesinin koyunları vardı. Köyde insan olunca sosyal yaşantım hareketlendi tabi. Çokça muhabbet ettik hepsiyle. Onlar için alışılmadık bir tiptim oralarda haliyle. Hepsi sırayla gelip ekipmanlara, davullara baktılar. Çalmaya çalıştım ben de onlara hitap edebilecek şekilde. Çiftetelliler, zeybekler havada uçuştu. Onlar da beni ağarladılar eksik olmasınlar. Bir gün çobanlık yaptım onlarla; yalancı çobanlık.

İki yüz keçinin hepsini ayrı ayrı tanımalarına şaşırınca, “Sen arkadaşlarını tanımaz mısın?” diye güzellemerini de yaptılar. Hayvanlarla çok dertleri yok, iletişimleri anlatamayacağım kadar yüksek zaten. Başka imkânsızlıkları var işlerini zorlaştıran. Onlara sorsan, “Allah bize de böyle vermiş” deyip bir kırk yıl daha tenekelerle su taşıyacaklar kuyulardan yüzlerce hayvana. 

          

   Artı parantez olsun; “ben dinlere inanmıyorum” dediğimde de ne bana bakışları değişti, ne de sohbetimiz. Yüzde yüzü Akp’ye oy vermiş bir grup insanla ben, muhalif olarak saatlerce sohbet ettim, edebildim. Tercihler dedik, güldük eğlendik. Koca koca şehirlerde, özgürlükler içinde olmayanından. Köylü halkın efendisi nihayetinde.

     Farkındalıkları da bilgileri de başka yönlerde. Onlar için o su tenekelerle çekilmek zorunda, yapılabilecek bir şey yok. Tam da o sıra ekonomik krizin, dolar kurunun yükselmesiyle fark ettim ki insanların hayatında da değişen bir şey yok. Hayvanını sağıyor, otunu yiyor. Bana lazım dolar/euro, ekonomik rahatlık, ifade özgürlüğü, iyi eğitim… Ben büyüyeceğim ki gidip kırk yıldır su taşıdıkları kuyulara bir çözüm bulacağım, ya da böyle yazacağım.

            

      

         “Aramakla bulunmazmış ama bulanlar arayanlarmış.” Canım dostumdan öğrendiğim bu söz gibiydi aslında üç ayım. Kendimi, müziğimi bulmak içindi sanki yolculuğum, lâkin herhangi bir yerde değildi. Yine olacak olan oldu; tabiatla, hayvanla, insanla, yıldızlarla, kendimle üç güzel ay geçirdim Beğiş’te. Şuurlandım çoban Mustafa abinin deyimiyle. Çokça müzik kaydettim. Yeni heyecanım onları çalmak, kaydetmek. Bu yazı da önce kendime, sonra tarihe not olsun. Bunu paylaştığım gibi müziklerimi de paylaşacağım günler olsun.

                                                                                                             12.09.2018